Türkiye’de İç Mekân Tasarımının Geleceği
- Ali Kokal
- 1 Eki
- 5 dakikada okunur
Teknolojinin hızla geliştiği, yaşam alışkanlıklarımızın değiştiği ve sürdürülebilirliğin giderek önem kazandığı günümüzde, iç mimarlık da bambaşka bir boyuta evriliyor. Türkiye’de iç mimarinin geleceğini, öne çıkan trendleri ve tasarımların hangi değerler etrafında şekilleneceğini öğrenmek için peyzaj mimarı Derya Ak ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte iç mekân tasarımının yarınlarını aydınlatan sohbetimizden öne çıkanlar.

– Hoş geldiniz Derya Hanım. Davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
-Davetiniz için ben teşekkür ederim, güzel bir söyleşi olacağına inanıyorum.
İlk sorumuzla başlayalım: Sizce Türkiye’de iç mekân tasarımında sürdürülebilirlik sadece bir trend mi, yoksa sektörün geleceğini belirleyecek zorunlu bir standart mı?
-Sürdürülebilirlik, iç mekân tasarımında artık bir trend değil; hem çevresel, hem ekonomik hem de toplumsal nedenlerle var olması gereken bir kavram. Olmazsa olmaz olarak tanımlayabilirim. Türkiye’de artan sıcaklıklar, kuraklık ve enerji tüketimindeki baskı, mimarlık ve iç mekân tasarımını doğrudan etkiliyor. Doğal kaynak kullanımını minimum seviyeye indiren, enerji verimliliğini artıran ve geri dönüşümlü malzemeleri öne çıkaran tasarımlar bir tercih değil, mecburiyet durumunda. Yapay zekâ, tasarımcıya sayısız form, renk ve malzeme kombinasyonu önererek ilham veriyor. Peyzaj mimarlığında olduğu gibi, iç mekânda da doğa temelli çözümleri daha görünür kılıyor. Yaratıcılık artık sıfırdan üretmek değil, alternatifler arasından en sürdürülebilir ve estetik olanı seçmek anlamına geliyor.
Gerçekten de sürdürülebilirlik tasarımın merkezine yerleşmiş durumda. Peki, sizce yapay zekâ, artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik teknolojileri, iç mimarlık mesleğinde insan yaratıcılığını nasıl yeniden tanımlıyor?
-Bir peyzaj mimarı olarak, yapay zekâ, artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik teknolojilerinin iç mimarlıkta insan yaratıcılığını kökten dönüştürdüğünü görüyorum. Bu teknolojiler, tasarım sürecinde yalnızca fikir üretmeyi değil; farklı senaryoları deneyimleme ve mekânları kullanıcılara uyumlama yeteneğini de kazandırıyor. Artık yaratıcılık, tek başına estetik bir form üretmek değil; mekânın fonksiyonunu, doğayla bütünleşmesini ve kullanıcı deneyimini önceden görüp şekillendirebilmek olarak yeniden tanımlanıyor. Bu süreç, tıpkı dış mekânda bir peyzaj tasarlarken toprağın, bitkilerin ve su öğelerinin etkileşimini önceden öngörmek gibi, iç mekânda da mekânın ruhunu ve kullanım senaryolarını bütüncül bir şekilde planlamayı sağlıyor.

Peki, pandemi sonrası değişen yaşam ve çalışma alışkanlıkları, Türkiye’de konut ve ofis iç mekân tasarımlarını nasıl dönüştürüyor?
-Ev artık yalnızca barınmaya değil; çalışma, spor, hobi ve sosyalleşmeye de hizmet ediyor. İç mekân tasarımlarında esnek mobilyalar, bölünebilir alanlar ve doğal ışık kullanımı öne çıkıyor. Balkon, teras, iç bahçe ve dikey bahçeler gibi peyzajla paralel tasarımlar önem kazandı. İnsanlar evde daha fazla yeşil görmek istiyor. Hava kalitesi ve doğal malzemeler, konut iç mekânlarında standart olmaya başladı. Bir peyzaj mimarı için bu dönüşüm, iç mekân tasarımında doğa ile bütünleşme ihtiyacının artması anlamına geliyor. Bitkisel tasarım, su öğeleri, doğal malzemeler ve sürdürülebilir çözümler artık yalnızca estetik değil; yaşam kalitesini artıran birer standart. Pandemi sonrası iç mekân tasarımı Türkiye’de esneklik ve doğayla entegrasyon ilkeleri etrafında yeniden tanımlandı. İnsanlara güvende hissettirmek adına doğaya dönüş renkleri; kahverengi ve yeşil tonlar iç mekâna yansıtılmaya başlandı.
Tüm bu değişimlerin ışığında, yeni nesil iç mimarlar, gelecekte yalnızca estetik değil, aynı zamanda kullanıcı deneyimi ve fonksiyon odaklı çözümler üretmek için nasıl bir vizyona sahip olmalı?
-Geleceğin iç mimarları, yalnızca estetik kaygılarla tasarım yapan kişiler değil; kullanıcı deneyimi ve fonksiyonelliği merkeze alan vizyonerler olmak zorunda. Tasarım her an gelişmeye açık; tasarımcı da öyle. Mekânların görsel güzelliğinin ötesinde, insanlara duyusal, psikolojik ve fiziksel açıdan zengin bir deneyim sunmaları bekleniyor. Bu doğrultuda esnek ve çok amaçlı mekân kurguları, değişen yaşam ve çalışma alışkanlıklarına kolayca uyum sağlayacak şekilde tasarlanmalı. Teknolojiyle bütünleşmiş yapay zekâ, artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik gibi araçlar yalnızca sunum değil; yaratıcı sürecin aktif bir parçası haline gelmeli, akıllı sistemler ve enerji verimliliği tasarımlara entegre edilmeli. Bununla birlikte, doğa iç mekâna taşınarak bitkiler, doğal malzemeler ve su öğeleri aracılığıyla insan sağlığına ve mutluluğuna katkı sağlanmalı. Ben de tasarımlarımda bu etkenleri ön plana koymaya çalışıyorum. Son olarak, sosyal ve kültürel duyarlılığı gözeten tasarımlar, bireysel kullanıcıya olduğu kadar topluma da fayda sunmalı. Kısacası, yeni nesil iç mimarların vizyonu; estetik, fonksiyon, kullanıcı deneyimi ve sürdürülebilirliği bir araya getirerek doğayla uyumlu, esnek ve insan odaklı mekânlar yaratmak üzerine kurulmalı diyebilirim.

Mekan tasarımı, elbette bazı sosyolojik ve biyolojik faktörlerle de bağlantılı. Sizce kentleşme, göç ve iklim krizi gibi makro dinamikler, iç mekân tasarımında hangi yeni normları ve zorunlulukları doğuruyor?
-Kentleşme, göç ve iklim krizi gibi makro dinamikler, iç mekân tasarımında yeni normlar ve zorunlulukları beraberinde getirmektedir. Yoğun kentleşmenin yarattığı dar yaşam alanları, çok amaçlı ve esnek çözümleri zorunlu kılarken; doğadan kopan bireylerin psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları, iç mekâna yeşilin entegre edilmesini bir norm haline getirmiştir. Göç hareketleri ve demografik çeşitlilik, farklı kültürlerin ihtiyaçlarını karşılayacak kapsayıcı ve paylaşımlı yaşam alanlarının tasarlanmasını gerekli kılmaktadır. İklim krizinin etkileri ise; enerji verimliliği, doğal ışık kullanımı, su tasarrufu ve düşük karbon ayak izine sahip yerel malzemelerin tercih edilmesi gibi sürdürülebilirlik odaklı standartları zorunlu hale getirmiştir. Bir peyzaj mimarının gözünden bakıldığında, bu değişimler iç mekânları yalnızca estetik alanlar olmaktan çıkarıp doğa ile bütünleşen, kullanıcıların sağlığını ve çevresel sorumluluğu gözeten mikro ekosistemlere dönüştürmektedir.
Kişiselleştirilmiş alanların popülaritesi gün geçtikçe artıyor. İç mekân tasarımında “kişiselleştirilmiş alanlar” trendi, Türkiye’de lüks algısını ve kullanıcı beklentilerini nasıl yeniden şekillendiriyor?
-Türkiye’de iç mekân tasarımında kişiselleştirilmiş alanlar trendi, lüks kavramını “gösterişli ve pahalı” olmanın ötesine taşıyarak; bireyin yaşam tarzına ve ihtiyaçlarına uyumlu mekânlar yaratmak anlamına geliyor. Artık lüks, mermer ya da kristal detaylarla değil; kişiye özel deneyim sunan fonksiyonlarla tanımlanıyor. Örneğin evde bir iç bahçe, balkonun bitkisel düzenlemesi ya da odanın kullanım senaryosuna göre değişebilen esnek mobilyalar, kullanıcı için kişisel lükse dönüşüyor. İnsanlar artık standart çözümler değil; kendi ruhunu ve yaşam biçimini yansıtan, doğayla bağ kurmalarını sağlayan, sağlıklı ve esnek iç mekânlar talep ediyor. Lüksün yalnızca materyalde değil; mekânın kişiye sunduğu deneyimde ve doğayla kurduğu bağda olduğunu düşünüyorum.

Son olarak, sizce Türk iç mimarlık sektörünün geleceğinde iş birlikleri nasıl daha güçlü bir ekosistem yaratabilir?
-Türkiye’de iç mimarlık sektörünün geleceğinde üniversiteler, teknoloji şirketleri ve malzeme üreticileri arasındaki iş birlikleri; yalnızca yenilikçi çözümler değil, aynı zamanda sürdürülebilir ve bütüncül bir ekosistem yaratmanın başlangıcı. Üniversiteler, araştırma ve akademik bilgiyle sektöre teorik altyapı sağlarken; teknoloji şirketleri, yapay zekâ, artırılmış gerçeklik ve akıllı sistemler gibi araçlarla tasarımın sınırlarını genişletmekteler. Bu da tasarım mesleklerine artı olarak geri dönüyor. Malzeme üreticileri ise çevre dostu, dayanıklı ve kullanıcı odaklı ürünler geliştirerek bu sürecin somut çıktısını oluşturuyor. Bu üç aktör bir araya geldiğinde, iç mekânlar yalnızca estetik değil; fonksiyonel, kişiselleştirilebilir ve doğayla uyumlu yaşam alanlarına dönüşüyor. Yani geleceğin tasarımları, doğadan beslenen, teknolojiden güç alan ve kullanıcı deneyimini merkeze koyan ortak bir paydada buluşmalı.
Verdiğiniz değerli bilgiler ve öneriler için çok teşekkür ederiz, Derya Hanım.
-Bu güzel söyleşi ve değerli sorularınız için ben teşekkür ederim.
TALENT Insights: Tasarım Hikayeleri blog serimizin bu bölümünde, peyzaj mimarı Derya Ak ile Türkiye’de iç mimarinin geleceğini ve sürdürülebilir, kullanıcı odaklı tasarım trendlerini konuştuk. Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere, sağlıcakla kalın.

Derya Ak, Artvin Çoruh Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü mezunudur. Mekânları yalnızca estetik açıdan değil, doğa ile bütünleşen, sürdürülebilir ve kullanıcı odaklı alanlar haline getirmeyi tutku edinmiştir. Hem iç hem de dış mekânlarda çevresel, sosyal ve kültürel faktörleri göz önünde bulundurarak fonksiyonel ve estetik çözümler tasarlamakta ve kullanıcılarla buluşturmaktadır. Amacı, insanların yaşam kalitesini artıran, doğayla uyumlu peyzajlar yaratmaktır. Her proje, onun için sadece bir tasarım değil; kullanıcıyla doğa arasındaki bağı güçlendiren bir deneyimdir. Tasarımlarında yeşili yansıtmak ve insanın varoluşunu doğaya döndürmek üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.
Yorumlar